2 Mart 2011 Çarşamba

Atmosferi ve Toprağı Yenileyen Bitkiler

* Bitkiler kirlenen havayı ve toprağı nasıl temizlerler?

*Temizleme işlemi sırasında nasıl bir yöntem kullanırlar?

Soluduğumuz hava, %77 azot, %21 oksijen ve %1 oranında karbondioksit ve argon gibi gazların karışımından oluşan son derece hassas dengelere sahiptir. Ancak bu son derece hassas dengeler üzerine kurulu dünya atmosferi, hidrokarbonlar adı verilen kimyasallar tarafından kirletilir. Bunlar ağaç ve fosil yakıtlar gibi maddelerin yanmasıyla gün boyunca arabalardan çıkan egzoz gazları, evlerin bacalarından çıkan dumanlar, rüzgarla uçuşan tozlar, fabrikalardan yayılan kimyasal gazlardır. Bu özel temizleyicilerden biri bitkilerdir.

Bitkiler, kendi besinlerini temin etmek için tıpkı bir kimya fabrikası gibi çalışırken veya yine kendi yaşamlarını sürdürmek için topraktaki suyu su pompası gibi çekerken, soluduğumuz havayı da temizlerler.

*Bitkiler Atmosferi Bir Kimya Fabrikası Gibi Çalışarak Temizler:

Canlı yaşamının en temel gereksinmelerinden biri, beslenmedir. Bitkiler de yaşamın temeli olan bütün biyokimyasal süreçler için gerekli olan enerjiyi sağlamak zorundadır. Bu enerjinin kaynağı hücrelerde depolanmış olan besinlerin yanması, yani oksijenle birleşerek parçalanmasıdır. Bu parçalanma sırasında besin molekülleri arasındaki kimyasal enerji serbest kalarak açığa çıkar. İşte bitkiler topraktan aldıkları suyu, havadan aldıkları karbondioksit ile birleştirerek, şeker ve nişasta benzeri karbonhidratlara ve oksijene dönüştürürler. Fotosentez denen bu süreçte oluşan yüksek enerjili besinler dokularda depolanırken, oksijen dışarı atılır.

İşte “nefes almamızın” şartı olan oksijen, fotosentez olayı ile ışığın olduğu gündüz vaktinde bitkiler tarafından dışarı verilmeye başlar ve soluduğumuz hava temizlenir. Bitkilerin fotosentez işlemi sırasında, bir yıl içinde atmosfere verilen yaklaşık 147 milyar tonluk karbondioksit miktarının 129 milyar tonunu temizlediği saptanmıştır. Geriye kalan 18 milyar tonu ise okyanuslardaki organizmalar temizler.

Gün boyunca atmosfere yayılan tüm kirleticilere rağmen soluduğumuz havanın çok temiz olması, bu mükemmel sistem vesilesiyle hiçbir aksama olmadan devam eder. Özellikle sabah vakitlerinde tüm insanlar tarafından çok net olarak hissedilen havanın temizliği “nefes alma” ve “sabah vakti” arasındaki bağlantıdır.

*Bitkiler Su Döngüsünü Kontrol Altında Tutarak Havayı Temizlerler:

Bitkilerin atmosferi temizleme yöntemlerinden biri de dolaylı yoldan gerçekleşir. Fakat atmosferi temizleyen kar ve yağmur tanelerini oluşturan suyun döngüsüne olan katkısı bakımından bu oldukça önemlidir.

Bitkiler yağışla toprağa düşen ve toprak tarafından emilen yağmur veya kar sularını kendi ihtiyaçları için kullanmak üzere kökleri vasıtasıyla bünyelerine çekerler. Daha sonra ağaçların yapraklarından muazzam miktardaki su, terleme yoluyla buharlaşır ve atmosfere tekrar geri döner. Diğer bir ifadeyle bitkiler, topraktaki suyu vücutlarından geçirerek atmosfere ulaştıran benzersiz su pompaları gibi çalışırlar. Böylece su, toprağın derinliklerinde yok olmadan yeryüzünde sürekli bir devir yapar. Bu şekilde atmosferin mevcut su miktarı değişmez.

Atmosfere çeşitli kirleticiler tarafından yayılan kükürt dioksit ve azot dioksit gazları çeşitli kimyasal dönüşümlerden geçtikten sonra bulutlardaki su damlacıkları tarafından emilir. Daha sonra bu damlacıklar yeryüzüne yağmur, kar gibi yollarla düşerek tekrar toprağa karışırlar. Ancak bu işlem sırasında hava da temizlenmiş olur. Yağmur yağdıktan sonra havanın tertemiz ve taptaze kokmasının nedeni de işte budur; yağmur tanelerinin havadaki tüm tozları tutması ve toprağa indirmesi…

Burada anlatılan bilgiler doğrultusunda, görünüşte havanın temizlenmesinde kar veya yağmur sularının etkili olduğu düşünülebilir. Fakat bitkilerin bu suyun tekrar atmosfere kazandırılması sırasında üstlendikleri görev çok önemlidir. Çünkü bitkiler toprağın suyunu tıpkı bir su pompası gibi çeken bir mekanizmaya sahip olmasalardı yağışla toprağa düşen sular toprakta kalacak ve şu anda yeryüzünde bulunan kusursuz su döngüsünde önemli bozulmalar meydana geleceki. Ancak yeryüzünde birbiri ile bağlantılı olarak çalışan çok mükemmel sistemler vardır. Bu sistemler vasıtasıyla tüm canlıları korumaktadır.

*Bitkilerin Toprağı Temizleme İşlemi Nasıl Gerçekleşir?

Bitkilerin gereksinimi olan minerallerin görevleri ve toprakta bulunuş şekilleri farklıdır. Mineraller genellikle toprakta tek olarak bulunmadığı için, bitkiler kendileri için gerekli olan elementleri topraktan seçip alabilecek sistemlerle birlikte tasarlanmıştır. Bitki kendisi için gerekli olan mineralleri iyon olarak emer. Toprak çözeltisinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından bitkiler sadece kendi ihtiyaç duyduklarını alırlar. Bu mineralleri alabilecek olan organ köklerdir. Kökler özel olarak yaratılmış sistemleri ile bitkinin ihtiyacı olan iyonları kendi bünyelerindeki yüksek yoğunluğa rağmen kök hücrelerinden geçirerek pompalarlar. Bu şekilde kendileri için gerekli olan mineralleri alırken toprağı da temizlerler. Ancak bu işlem sırasında sadece ihtiyaçları için gerekli olan miktarını alırlar. Oysa bazen toprakta bitkilerin gereksiniminden çok daha fazla miktarda kirletici birikebilir. Bu kirleticilerin topraktan uzaklaştırılması ve temizlenmesi işlemi ise bazı bitkilerde özel olarak tasarlanan sistemler ile gerçekleşir.

Bitkilerin Toprağı Temizlemek İçin Sahip Olduğu Özel Sistemler:

• Topraktan aldıkları kirleticileri taşıma özelliği ile temizleyenler: Bu bitkiler, ağır metallerin kök hücrelerde birikimini engelleyecek şekilde yaratılmışlardır. Ancak zehirli maddeleri kökleri yardımıyla dallarına ve yapraklarına taşırlar. Bu maddeler, bitki tarafından kullanıldıktan sonra yaprak ve dalların dökülmesi veya kırılıp kesilmesiyle tamamen topraktan uzaklaştırılırlar.

• Topraktan aldıkları kirleticileri biriktirme özelliği ile temizleyenler: Bunların diğer gruptakilerden ayrılan özelliği, metallerin köklerine girmesine izin vermeleridir. Çünkü bu bitkilerin kök hücrelerinde yüksek metal seviyesinin zehirli etkisini giderecek sistemler vardır. Bu sistemler oldukça yüksek metal birikimine izin verirler.

• Topraktan aldıkları kirleticileri sahip oldukları kimyasal sistemlerle temizleyenler:
Çinko, mangan, nikel ve bakır gibi mikro elementler, bitkilerin büyümesi ve gelişmesi için gerekli olmasına rağmen, bu iyonların hücre içindeki yüksek değerleri zararlı olabilir. Ancak bu zararlı etkiyi gidermek için, bazı bitkiler iyon akışının düzenlenmesi (taşıyıcı aktiviteyi düşük iyon konsantrasyonu sağlaması ve yüksek konsantrasyonu önlemesi için uyarma) ve hücre içi iyonların dış çözeltiye gönderilmesi gibi mekanizmalara sahiptirler.

Toprakta Biriken Zararlı Maddeleri Temizleyen Bazı Bitki Türleri:

Çiçeklerle süslenmiş zarif görünümlerine rağmen bazı bitki türleri özel sistemler vesilesiyle ağır metallerle (kurşun, civa, bakır gibi) kirlenmiş olan toprakları temizlemek gibi oldukça önemli bir görev üstlenmiştir. Bu bitkilerden bazıları şunlardır:

*Oksalik asit ve nitrat bakımından zengin topraklarda yaşayan Amaranthus retroflexus adlı bitki türü radyoaktif maddelerle kirlenmiş olan toprağı diğer bitkilere oranla yılda 2 veya 3 kez ekildiğinde 15 yıldan az bir sürede temizlemektedir. Bu diğer bitkilere göre 40 kat daha fazla bir verim anlamına gelmektedir.

*Brokoli ve lahana türü bitki grubu içinde yere alan Thlaspi caerulescens ve Viola calaminaria, adlı bitki türleri yüksek oranda çinko ve kadmiyum içeren toprakta yetişir. Bu ağır metalleri saçak kökleri vasıtasıyla bünyelerine çekerken, birçok bitki için öldürücü sınırların çok üzerine çıkarak toprağı ağır metallerden temizlerler. Nitekim birçok bitki için 100 ppm üzerinde çinko birikmesi zehirlenme etkisi oluştururken Thlaspi caerulescens (Alpine pennycress), herhangi bir hasar olmaksızın 26.000 ppm’e kadar çinkoyu bünyesine alabilmektedir. Aynı şekilde normal bir bitki 20 ile 50 ppm arasında değişen oranlardaki kadmiyumla zehirlenirken Thlaspi caerulescens 1500 ppm’e kadar kadmiyum depolama kapasitesine sahiptir.

Pteris vittata isimli eğreltiotu da son derece zehirli bir element olan arseniği depolamaya uygun tasarlanmıştır.

Eğreltiotunda topraktakinden 200 kat daha fazla arsenik bulunduğu keşfedilince, bitkinin arsenikle beslendiği anlaşılmıştır. Bu keşfin bilhassa sanayi ve maden bölgelerindeki tarım arazilerinin temizlenmesinde yeni ufuklar açacağı düşünülmektedir.

*Hardalgiller familyasından olan Arabidopsis thaliana ise Yüce Allah’ın dilemesiyle alüminyumu zararsız hale getirme özelliğine sahip olarak donatılmıştır.

*Şeker kamışının akrabası olan Napier çimi (Pennisetum purpureum) toprağı temizlemede iki açıdan başarılı olur. Birincisi hidrokarbon kirliliği söz konusu olduğunda toprağa oksijen pompalar ve bu işlem sırasında topraktaki hidrokarbonları parçalar. İkincisi topraktaki nikel, kadmiyum, kurşun ve çinko gibi metalleri bir mıknatıs gibi çekerek gövdesinin üst kısımlarına taşır.

Bitkilerin Toprağı Temizleme Özelliği Ekonomik Anlamda Fayda Sağlar

Bazı bitki türleri, topraktan bünyelerine aldıkları kadmiyum ve nikel gibi ağır metalleri; gövde, filiz ve yapraklarında biriktirir. Bitkilerin sahip olduğu bu özellik metalurji alanında kullanılmaktadır. Birikmenin olduğu bitki kısımları toplanıp hacimce küçültülmekte ve yeniden değerlendirilmek üzere depolanmaktadır. Bu şekilde hem bitkinin toprağı temizlemesi sağlanmakta hem de bitkilerin balyalanıp yakılmasından sonra oluşan küller maden filizi olarak satılmaktadır. Nitekim Pensilvanya’da, çinko bakımından zengin bir arazide yetiştirilen Thlaspi caerulescens bitkisinin külünden, % 30-40 oranında çinko üretilmiştir.

Bitkiler Toprakta Biriken Zararlı Mineralleri Bir Elektrik Süpürgesi Gibi Temizlerler

Bitkiler ihtiyaçları olan besinlerini mineraller halinde topraktan alırlar. Bir bitkinin sağlıklı olarak yaşayabilmesi için nitrojen, potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi ana elementlere ihtiyacı vardır. Bitkiler azot dışındaki bu maddelerin çoğunu topraktan direkt olarak temin edebilirler. Bu elementler dışında bitkilerin sağlıklı gelişim için başka minerallere de gereksinimi vardır. Demir, klor, bakır, manganez, çinko, molibden ve bor minerallerinden oluşan bu minerallere olan gereksinimleri daha azdır. Bitkinin ihtiyacı olan bu maddeler toprakta hassas dengelerle belli bir ölçü ile sabitlenmiştir. Fakat toprak da tıpkı atmosfer gibi endüstriyel atıklar, kentsel atıklar, tarımsal ilaçlar, erozyon, tarım alanlarının hatalı sürülmesi, hatalı gübreleme, yanlış yapılaşma gibi nedenlerle kirlenir. İşte, bitkiler muhteşem sistemlerle kendi yaşamsal fonksiyonları için gerekli olan bu mineralleri topraktan alırken aynı zamanda toprağı da temizlerler.

İstilacı Bitkinin Sırrı

Bahar ve yaz aylarında geniş düzlükleri kaplayan ‘istilacı’ bitkiler görürüz. Bu bitkiler, toprağın altından çıkan ordular gibi son derece hızlı ürer ve önlerine çıkan rakip bitkileri ortadan kaldırarak ilerlerler.

Bunların en çok bilinenlerinden birisi Centaurea nigra adı verilen bir türdür. Bu bitki, yaşam alanı olan Kuzey Amerika’da milyonlarca hektar araziyi kaplar.

Centaurea nigra’nın karşısına çıkan bitkileri yok ederek ilerlemesi yani "istilacı gücü", donatıldığı kimyasal silahlardan ileri gelmektedir. C. Nigra ürettiği catechrin isimli kimyasaldan iki farklı formül elde eder ve bunlardan catechrin eksi isimli kimyasalı bitkileri, catechin artıyı ise topraktaki bakterileri yok etmek için kullanır. Bitkideki bu kimyasalları keşfeden Colorado Eyalet Üniversitesi Biyoteknoloji bölümünden Doç. Dr. Jorge Vivanco, bitkiden elde ettiği catechin eksi kimyasalını spreyle, birkaç çeşit yabani ot ve tahıl bitkisi üzerine püskürttü. Bu işlem sonunda bitkideki kimyasalın, çok kuvvetli ve zehirli bir bitki öldürücü olan ‘2,4 D’ kadar etkili olduğu ortaya çıktı. Ancak, aynı zamanda Vivanco’nun elde ettiği zehirli spreyin kullanışlı olmadığı da ortaya çıkmıştı. Çünkü Centaurea nigra normalde bu kimyasalı kökleri vasıtasıyla toprağa salarak çevresindeki bitkileri saf dışı bırakıyordu. Ancak Vivanco’nun yaptığı gibi, spreyle püskürtme bitkinin kendi yaprak dokusunu da öldürdü.

Bu istilacı bitkinin diğer etkili silahı, "catechin artı" da kökler yoluyla salgılanıyor. Bu silahın hedefi ise toprakta yaşayan ve bitkiye zararlı olabilecek bakteriler. Catechin artı, bu bakterilere karşı son derece etkili bir antibiyotik olarak görev yapıyor. Yani bu silah, catechin eksi'nin aksine saldırıda değil, savunmada kullanılıyor. Vivanco, bitkiyle ilgili şu yorumu yapıyor:

"Anlaşılan o ki, catechin eksi diğer bitkilere karşı bir saldırı bileşiği; artı ise bakterilere karşı bir savunma bileşiği olarak görev yapıyor. Bitkinin istilacı karakteri buna dayanıyor. Kendisini mikroplara karşı savunmada ve diğer bitkileri yenmede çok başarılı Vivanco’nun çalışmalarıyla ortaya çıkarılan bu kimyasallar araştırmacılara etkili zehirler üretmede ilham kaynağı da oluyor. Dr. Vivanco’nun araştırmalarına dayanılarak hazırlanan zehirler, yakın zamanda kullanılmak üzere birçok kimya firması tarafından üretim listesine alındı. Tüm bu kimyasal işlemleri, savunma ve saldırı sistemlerini kimya eğitimi almamış, aklı olmayan bir bitkinin yapamayacağı açıkça ortadadır.

Arum Zambağının Çekici Tuzağı

Arum zambağı döllenmeye hazır hale gelince keskin kokulu amonyak gazını (NH3) yaymaya başlar. Çiçeğin son derece ilginç bir yapısı vardır. Polenlerinin bulunduğu bölüm, beyaz yapraklı yapının içinde dip taraftadır ve dışarıdan görünmez. Bu yüzden sadece koku yaymak böceklerin dikkatini çekmek için yeterli değildir.

Polenler döllenmeye hazır olduğunda zambak saldığı kokuyla birlikte, çiçeğinin dışta kalan bölümünü de ısıtır. İşte bu yalnızca aydınlık saatlerde ve bir gün içerisinde gerçekleşen ısınma ve koku böcekler için çok çekicidir. Bu ısı ve koku nasıl ortaya çıkıyor sorusunun cevabını bulmaya çalışan bilim adamları, araştırmaları esnasında bitkinin metabolizmasında gerçekleşen hızlanma sonucunda ortaya özel bir asit çıktığını bulmuşlardır. Glutanamik asit denen bu maddenin kimyasal yollarla parçalanması sonucunda çiçeğin yaydığı ısı ve koku oluşur. Bu sayede böcekler çiçeğe gelirler. Ne var ki böcekler için bu yeterli değildir, çünkü arum zambağının polen tozları dipte kapalı torbacıklarda bulunur. Çiçek buna da hazırlıklıdır. Yağlı olan dış yüzeyi sebebiyle gelen böcekler kayarak aşağı doğru, çiçeğin içine düşerler ve bir daha da kaygan duvarlardan yukarı tırmanamazlar. Bulundukları bölümde çiçeğin dişi organlarının ürettiği şekerli bir sıvı vardır. Ayrıca gece olunca polenlerin kapalı olduğu torbacıklar da açılır ve böcekler bunlara bulanırlar.

Böcekler çiçeğin içinde bir gece kaldıktan sonra, ertesi sabah çiçeğin üzerinde bulunan dikenler bükülerek böceklerin yukarı tırmanması için merdiven işlevi görürler. Merdivenden tırmanan böcekler, özgürlüklerine kavuşur kavuşmaz, görevlerini yerine getirmek için dölleyici polen yükleriyle birlikte başka bir zambağa giderler. Allah'ın kusursuz bir tasarımla yarattığı bu döllenme sistemi sayesinde Arum zambakları soylarını sürdürürler.

Dünya'nın Büyüklüğünün Oranı

İnsan, ayağa kalkıp yürümeye başladığında, üzerinde ne yukarı ne de yere doğru bir basınç hissetmez. Oturmak, yürümek, koşmak son derece olağan işlerdendir. Oysa ayağa kalkıp yürüdüğünde, hatta koltuğunda rahat otururken bile oldukça güçlü olan yerçekimi kuvvetine karşı direnç gösterir. Bu kuvvet öylesine kararında bir orana sahiptir ki, insan, günlük hayatında gösterdiği bu direncin farkında bile değildir.

Bunun en önemli sebebi Dünya'nın büyüklüğüdür. Dünya eğer biraz daha küçük olsaydı yerçekimi çok zayıflayacak ve atmosfer Dünya çevresinde tutunamayacak, dağılıp gidecekti. Biz de tıpkı atmosfer gibi yeryüzünde bir türlü sabit duramayacaktık. Eğer Dünya daha büyük olsaydı, bu kez de yerçekimi çok artacak ve bazı zehirli gazları da tutan atmosfer öldürücü hale gelecekti. Bizler, bu zehirli gazlardan korunmayı başarsak bile, oturduğumuz yerde ağırlaşacak ve hareket edemeyecektik.

Ancak böyle bir sorun hiçbir zaman söz konusu bile olmaz. Çünkü Dünya'nın büyüklüğü, üzerinde bizim yaşayabilmemize olanak verecek şekilde oldukça özel belirlenmiş bir orana sahiptir.

İnsanın yaşayabilmesi için bir araya gelen sebepler, öylesine büyük bir hassasiyete sahiptir ki, bunlardan bir tanesinin bile rastgele meydana gelmiş olması mümkün değildir. Bilim adamları Dünya'daki yaşama elveren şartların oluşma ihtimalini hesap etmişler ve bunun 10 üzeri 123 (10123)'te bir ihtimal olduğunu belirlemişlerdir. Bu rakam, 10'un yanına 123 sıfırın gelmesiyle oluşur ve Dünya'da yaşama elverişli bir ortamın rastgele oluşmasının imkansızlığını açıkça ilan eder.

1 Mart 2011 Salı

Antioksidanların Mucize Etkisi

Araba egzozu, sigara dumanı, güneş ışınları, çevre kirliliği, yiyecek ve içeceklerdeki koruyucular ve katkı maddeleri sürekli olarak hücrelere saldırarak onlara zarar verirler. Bu da kanser, kalp krizi gibi önemli hastalıkların oluşma riskini oldukça büyük bir oranda arttırır. Ancak vücutta yaşanan bu yıpratıcı etkilere karşı koyan bir sistem vardır.

Vücudumuz Neden Meyve ve Sebzeye İhtiyaç Duyar?

Vücut için büyük risk oluşturan serbest radikallerin oluşumuna, petrokimya ürünleri, X ve UV ışınları, sigara dumanı, hava kirliliği hatta yiyecek ve içeceklerde bulunan koruyucular ve katkı maddeleri gibi bazı bileşikler neden olmaktadır.

Serbest radikallerin bir başka ortaya çıkma nedeni de oksijendir. Her ne kadar tüm hayati fonksiyonlar için gerekli olsa da, solunum yoluyla vücudumuza giren oksijenin insan sağlığı için tehlikeli bir yanı da bulunmaktadır. Oksijen olmadan besin yoluyla alınan ve tüm hayati fonksiyonlar için gerekli olan enerjinin açığa çıkması mümkün değildir. Ancak tıpkı oksijenle temas eden bir metalin zamanla paslanması gibi oksijenin hücrede kullanılması sırasında çevredeki moleküller de okside olabilir. Bu şekilde ortaya çıkan ve kontrol altında tutulamayan serbest radikaller hücrenin protein, yağ ve genetik materyal gibi önemli maddelerine saldırır. Hücre harap olurken kimyasal reaksiyonlar zinciri başlar ve bu reaksiyonlar sonunda da daha çok serbest radikal ortaya çıkar. Ayrıca insan vücudu yaşlandıkça antioksidan savunma sistemleri de gücünü sürekli kaybeder.

Hücrelerin kendi kendini tamir etme özelliği azalır. Tüm bu yıpratıcı gelişmeler sonucunda ise kanser, kalp krizi gibi hastalıkların oluşma riski artar.

Vücutta her gün yaşanan bu yıpratıcı etkinin ortadan kaldırılmasının en etkin yolu ise ancak Yüce Allah'ın benzersiz örneklerle donattığı doğadaki sebze ve meyvelerin tüketilmesidir.

Antioksidan içerikleri bakımından neden özellikle koyu renk sebze ve meyveler tavsiye edilir?

Bitkiler de insan derisi gibi güneşin zararlı etkilerinden korunmak için pigmentlerini artırırlar. Bunun sonucunda ise renkleri koyulaşır. Bitkilerin asıl antioksidan özellikleri ise pigment kısmında bulunur. Bu nedenle bir bitkinin rengi ne kadar parlak ve koyuysa o kadar antioksidan özellik taşıyor demektir.

Antioksidanları Tanıyalım…

Antioksidanlar, vücut hücreleri tarafından üretildiği gibi, gıdalarla da alınan bir grup kimyasal maddedir. Gıdalarla alınan en önemli antioksidanlar; betakaroten, E ve C vitaminleridir.

Antioksidanlar, hücrelere ve bağışıklık sistemine saldıran ve “serbest radikaller” diye adlandırılan moleküllere karşı koruyucu bir kalkan oluştururlar. Böylece serbest radikallerin yıkıcı etkilerini engeller, pek çok hastalığa ve erken yaşlanmaya neden olabilecek zincir reaksiyonları önlerler.

Antioksidanlar ve İnsan Sağlığı

* İnsan vücudundaki her hücre, günde ortalama 10 bin serbest radikalin saldırısına maruz kalır.

* Bazı uzmanlara göre antioksidan üretimi 25 yaşından itibaren yavaşlamaktadır. Bu nedenle ilerleyen yaşlarda daha fazla ek antioksidan alınmalıdır.

* Sebzeler ve meyveler pişirilince antioksidan değerleri azalır. Bu nedenle buharda pişirme yöntemini tercih etmek en uygun olanıdır.

* Antioksidanlar yalnızca sebze ve meyvelerde bulunmaz. Ayrıca balık yağı, süt ve süt ürünleri ile selenyum açısından zengin olan balıkta da bulunur.

* Likopen, yaşlıların bedensel ve zihinsel sağlığını korumada ve pankreas kanseri gibi çeşitli kanser hastalıklarını önleme konusunda son derece etkili bir antioksidandır. Likopen açısından zengin nadir sebzelerden biri domatestir.

* Enginar, antioksidan özellikleri nedeniyle karaciğer hastalıklarında tedavilere ek olarak verilebilmektedir. Enginarın başka bir mucizevi özelliği ise vücuttaki zararlı atıklar olan toksinleri temizleme yeteneğidir.

* Üzüm çekirdeği, bağ dokusunu güçlendirir. Ayrıca üzümde bulunan ve antioksidan özelliği gösteren mineraller de vücudumuzdaki zararlı, hücrelerimizi güçten düşüren maddeleri yakalar ve kötü huylu kolesterolü engeller. Üzümün kabuğu, içeriği ve çekirdeğinin ortalama 20 civarında değişik antioksidan madde içerdiği belirtilmektedir.

Antioksidanlar İnsanlar İçin Özel Tasarlanmıştır

Sebze ve meyvelerin ortak noktası, yoğun antioksidan içermeleridir. Yapılan araştırmalar sonucu meyve ve sebzelerde antioksidan görevi gören yaklaşık 4 binden fazla bileşik olduğu saptanmıştır.

Bunların arasında ise özellikle A, C ve E vitaminleri, çinko, selenyum, koenzim Q10 ve melatonin; kanser, kalp hastalıkları, felç ve katarakt gibi hastalıkları önlemekte ve yaşlanma sürecini yavaşlatmaktadır. (Ancak bu noktada belirtilmelidir ki, antioksidanlar oluşmuş hastalığın tedavisini değil, hastalıkların önlenmesini sağlamaktadır.)

Aynı zamanda vücudumuzda da üretilerek cildi koruyan, halsizliği ve hafıza zayıflığını önleyen antioksidanlar, insanlara çok faydalıdır. Yediğimiz tüm yiyecekler, yaşamımız boyunca ihtiyaç duyduğumuz tüm vitaminleri içerir.

Antioksidanlara Örnekler

C Vitamini

Hücrelerdeki zararlı reaksiyonların oluşmasını engeller. Vücutta depolanamaz. Bu nedenle, düzenli olarak sebze ve meyve takviyesiyle almak gerekir.

Önemli Besin Kaynakları: Turunçgiller ve suları, kiraz, çilek, vişne, koyu yeşil sebzeler (ıspanak, kuşkonmaz, yeşil biber, Brüksel lahanası, brokoli ve diğer yeşil sebzeler), kırmızı ve sarı biber, domates ve domates suyu

E Vitamini

Yağda çözünen ve karaciğerde depolanabilen bir antioksidandır. Yaşlanmayı geciktirmek ve güneş yanıklarını iyileştirmek gibi birçok işlem gerçekleştirir.

Önemli Besin Kaynakları: Zeytinyağı, soya yağı, mısır ve ayçiçek yağı gibi bitkisel sıvı yağlar, fındık, tüm tahıllar, buğday ve tohumu, kahverengi pirinç, yulaf ezmesi, soya fasulyesi, bezelye, mercimek, koyu yeşil yapraklı sebzeler

Selenyum

Vücudu kanserden koruyabilen glutatyon peroksidaz adlı antioksidan enzimi aktive eder.

Önemli Besin Kaynakları: Yulaf ezmesi, kahverengi pirinç, tüm tahıllar, buğday tohumu, süt ve süt ürünleri, balık ve birçok sebze…

Beta Karoten

Serbest radikallerin oluşumunu önler.

Önemli Besin Kaynakları: Koyu turuncu, kırmızı, sarı ve yeşil renkteki çeşitli sebze ve meyveler (lahana, brokoli, ıspanak, domates, havuç, kayısı, kırmızı ve sarı biber ve greyfurt gibi)

İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda yaşanan çarpıcı teknolojik gelişmeler, birçok yönden insan hayatını kolaylaştırırken, aynı zamanda birçok yeni zararlı maddeyi de beraberinde getirir. Hemen hemen her gün maruz kalınan bu çok sayıdaki zararlı madde ise bir süre sonra vücuda zarar veren oksidanların (okside olmuş moleküllerin) oluşmasına neden olur. Tıp dünyasında bu oksidanların zararlı etkilerini engellemenin, sağlıklı yaşam sürdürmenin ve hastalıkları önlemenin yolları üzerinde yapılan çalışmalar sık sık gündeme gelmektedir. Özellikle koruyucu hekimlik alanında sürdürülen çalışmalarda, doğal sebze ve meyvelerin insan vücudundaki etkisi her geçen gün daha da önem kazanmaktadır.

28 Şubat 2011 Pazartesi

İlginç Bitkiler

İbrik Bitkisinin Tasarım Harikası Tuzağı

Endonezya ormanlarında yaşayan Nepenthes alata isimli etobur ibrik bitkisi, çevresinde gezinen böcekler için merak uyandırıcı, ama tehlikeli bir keşif kaynağıdır. Bitki, ibriğinin ağzına konan böcekleri, son derece kaygan dokusu sayesinde doğrudan midesine indirebilmektedir. New Phytologist dergisinde yayınlanan araştırmalarında Laurence Gaume ve çalışma arkadaşları bitkinin böcek yakalama yeteneğini test ettiler.

Araştırmacılar, bu çalışmalarında uçma yeteneği olmayan bir tür meyve sineği ile karıncaları kullandılar. Bu iki canlı normalde yüzeylere çok etkili bir şekilde yapıştıkları halde bitkinin iç duvarında tutunmayı başaramadılar. Böcekler anında kayarak aşağı, bitkinin sindirim sıvısının bulunduğu bölüme düşerek bitkiye yiyecek oldular.

Bitkinin yüzeyini elektron mikroskobu altında inceleyen bilim adamları, iç duvarların balmumu benzeri bir maddeyle kaplı olduğunu keşfettiler. Normalde en pürüzsüz yüzeylere bile kolaylıkla yapışabilen sineklerin bu balmumu malzemesinde tutunamamasının sırrının ise malzemenin kırılganlığında gizli olduğu ortaya çıktı. Meyve sineği veya karınca ilk başta sağlam bir yüzey gibi görünen balmumu duvara kondukları anda ayaklarının altındaki bölge mikroskobik parçacıklar halinde dökülüyor ve böylece ayağın yüzeyle temasını kesiyordu.

Karar verme yeteneği olmayan bir bitkinin benzerlerinden farklı olarak etobur olmaya karar vermesi bunun için de ibrik şekline girebilmesi mucizedir. Aynı şekilde sineklerin ayaklarındaki yapışkan sistemi inceleyip onları kendi içine düşürecek malzemeyi tasarlayabilmesi ve böceğin tam düşeceği yerde sindirim sıvısı üretebilmesi de çok büyük mucizedir.

İstilacı Bitkinin Sırrı

Bahar ve yaz aylarında geniş düzlükleri kaplayan istilacı bitkiler görürüz. Bu bitkiler, toprağın altından çıkan ordular gibi son derece hızlı ürer ve önlerine çıkan rakip bitkileri ortadan kaldırarak ilerlerler.

Bunların en çok bilinenlerinden birisi Centaurea nigra adı verilen bir türdür. Bu bitki, yaşam alanı olan Kuzey Amerika'da milyonlarca hektar araziyi kaplar.

Centaurea nigra'nın karşısına çıkan bitkileri yok ederek ilerlemesi yani istilacı gücü, donatıldığı kimyasal silahlardan ileri gelmektedir. C. Nigra ürettiği catechrin isimli kimyasaldan iki farklı formül elde eder ve bunlardan catechrin eksi isimli kimyasalı bitkileri, catechin artıyı ise topraktaki bakterileri yok etmek için kullanır. Bitkideki bu kimyasalları keşfeden Colorado Eyalet Üniversitesi Biyoteknoloji bölümünden Doç. Dr. Jorge Vivanco, bitkiden elde ettiği catechin eksi kimyasalını spreyle, birkaç çeşit yabani ot ve tahıl bitkisi üzerine püskürttü. Bu işlem sonunda bitkideki kimyasalın, çok kuvvetli ve zehirli bir bitki öldürücü olan 2,4 D ' kadar etkili olduğu ortaya çıktı. Ancak, aynı zamanda Vivanco'nun elde ettiği zehirli spreyin kullanışlı olmadığı da ortaya çıkmıştı. Çünkü Centaurea nigra normalde bu kimyasalı kökleri vasıtasıyla toprağa salarak çevresindeki bitkileri saf dışı bırakıyordu. Ancak Vivanco'nun yaptığı gibi, spreyle püskürtme bitkinin kendi yaprak dokusunu da öldürdü.

Bu istilacı bitkinin diğer etkili silahı, catechin artı da kökler yoluyla salgılanıyor. Bu silahın hedefi ise toprakta yaşayan ve bitkiye zararlı olabilecek bakteriler. Catechin artı, bu bakterilere karşı son derece etkili bir antibiyotik olarak görev yapıyor. Yani bu silah, catechin eksi'nin aksine saldırıda değil, savunmada kullanılıyor. Vivanco, bitkiyle ilgili şu yorumu yapıyor: "Anlaşılan o ki, catechin eksi diğer bitkilere karşı bir saldırı bileşiği; artı ise bakterilere karşı bir savunma bileşiği olarak görev yapıyor. Bitkinin istilacı karakteri buna dayanıyor. Kendisini mikroplara karşı savunmada ve diğer bitkileri yenmede çok başarılı."

Vivanco'nun çalışmalarıyla ortaya çıkarılan bu kimyasallar araştırmacılara etkili zehirler üretmede ilham kaynağı da oluyor. Dr. Vivanco'nun araştırmalarına dayanılarak hazırlanan zehirler, yakın zamanda kullanılmak üzere birçok kimya firması tarafından üretim listesine alındı.

23 Şubat 2011 Çarşamba

İklimsel ve Biyolojik Çeşitliliğin Kaynağı: Okyanus Akıntıları

Yeryüzünde kesintisiz olarak devam eden çok fazla sayıda iklim olayı vardır. Yağmurun mutlaka belli miktarlarda yeryüzüne düşmesi, rüzgarın mutlaka esmesi ve güneş ışınlarının çeşitli açılardan yeryüzüne mutlaka ulaşması gerekmektedir.

Okyanus ve denizler, sürekli olarak hareket halindedirler. Çoğu zaman bu suların neden yer değiştirdikleri üzerinde pek fazla durulmaz. Oysa okyanus akıntıları, yeryüzünde yaşamın varlığı için çok çeşitli açılardan önemli bir gerekliliktir. Alçak ve yüksek enlemlerde genellikle doğu veya batı yönlü olan bu akıntılar, bulundukları enlemin sıcaklığına uygun olarak sıcak ve soğuk su akıntıları biçiminde gerçekleşirler.

Okyanus Akıntılarının Yeryüzündeki Etkileri Nelerdir?

1. İklim Üzerindeki Etkileri


* Soğuk Havayı Yumuşatır:
Akıntı sistemlerinden sıcak akıntıların bir kısmı, oluştukları sıcak bölgeden, daha düşük sıcaklığı olan bölgelere ilerleyerek ısıyı yükseltirler. Örneğin Japonya'da Kuro fiiyo sıcak su akıntısının etkisi ile kışlar, bulunduğu enleme göre olması gerektiğinden daha ılık ve nemlidir, yöre bu iklim sayesinde zengin bir doğal bitki örtüsüne sahiptir. Golfstream sıcak su akıntısı ile Norveç, yer aldığı enlem dairesine göre daha ılık ve bol yağışlı kışlara sahiptir.

* Sıcak Havanın Bunaltıcı Etkisini Azaltır:
Soğuk akıntıların bir kısmı ise soğuk bölgelerden veya yüzeye çıkan soğuk dip sularından kaynaklanırlar ve su sıcaklığı 150C olmasına rağmen bulundukları sıcak enlemlerde soğuk akıntı olarak hissedilirler. Bu nedenle sıcaklığı düşürürler ve havanın bunaltıcı etkisini azaltırlar. Örneğin sıcak Afrika'nın Namibya kıyıları boyunca kuzeye akan Benguala soğuk su akıntısı, ısının önemli ölçüde düşmesine neden olurken, benzer etki Fas kıyıları boyunca Kanarya Adalarında ve Güney Amerika'nın batısında bulunan ülkelerden biri olan Peru'da ise Humbolt soğuk su akıntısına bağlı olarak meydana gelir.

* Yağışları Düzenler: Soğuk su akıntılarının etkili olduğu sahalarda bu akıntılar hava kütlelerinin soğumasına yol açarak, bu kütlelerin sıcak kara alanı üzerinden geçerken yoğunlaşmasına ve yağmurun yağmasına engel olurlar. Bu şekilde, kıyı kesimlerde sisli, bulutlu, serin günler oluştururken, nem yüklü hava kütlelerinin kıtaların iç kısımlarına ilerleyerek yağış bırakmasına neden olurlar.

2. Biyolojik Çevre Üzerindeki Etkileri

* Su akıntıları denizlerde bir yerden bir yere besin ve oksijen taşırlar. Akıntıların beraberinde getirdiği planktonlar, beslenme potansiyelini dolayısıyla balık çeşitliliğini artırmaktadır. Ayrıca bu balıklarla beslenen deniz kuşlarının türü ve sayısı da çevre adalarda artar.

* Örneğin Meksika Yukatan yarımadası ile Küba arasındaki boğazda ilerleyen, yer yer 800 metre derinliğe kadar etkili olabilen ve Missisippi nehrinden daha fazla su taşıdığı hesaplanan Gulf Stream akıntıları ile Humbolt soğuk su akıntısı bu şekilde büyük bir rol oynamaktadır.

* Denizlerde yaşayan algler ve bazı otsu deniz bitkileri, su geçirmeden 1.600 km. yüzebilen diasporlar ve çeşitli bitki tohumları dünyanın farklı bölgelerine akıntılar yoluyla taşınırlar.

* Buzulların üzerine yapışmış olan bitki tohumları, soğuk su akıntılarının etkisi ile daha alçak enlemlere ulaşma olanağı bularak uzak alanlara yayılırlar.

3. Ekonomi Üzerindeki Etkileri

* Mozambik sıcak su akıntısının etkisi ile şeker kamışı çok daha aşağı enlemlerde yetişebilmekte, suların beraberinde taşıdığı organizmalarla beslenen balık sayısı ve tür çeşidinin artması, balıkçılık ekonomisini geliştirmektedir.

* Soğuk su akıntısının etkisindeki Peru kıyılarında yağış görülmez, ancak kış ayları boyunca devamlı bulutlu hava olması, bulutlar "Loma" adı verilen bir ot örtüsünün oluşmasına olanak verir. Bu ot örtüsü hayvancılığın gelişmesini sağlamaktadır.

* Sıcak su akıntıları, şehirlerin gelirlerini de doğrudan etkileyebilir. Aynı enlemdeki iki şehirden biri sert bir iklime sahipken, diğeri sıcak su akıntısıyla daha ılıman bir iklime sahip olabilir. Güney Afrika'nın Durban şehri, kıyılarındaki sıcak su akıntısı nedeniyle uzun bir turizm dönemine sahiptir ve gelir düzeyi aynı enlemdeki diğer birçok şehre göre daha yüksektir.

Okyanus Akıntıları Hassas Dengesinden Sapmış Olsaydı…

Denizlerde ısı değişlikleri çok ani olur, oksijen ve tuz oranı değişirdi. Bu durum balık ve diğer deniz canlılarının ölümüne neden olurdu.

"23 Temmuz 1958'de okyanus araştırmaları gemisi “Sivastopol”, tam hızla Danimarka Boğazı'ndan geçmekteydi. Birden gemidekiler inanılmaz bir manzara gördüler: Dalgalar göz alabildiğine bembeyaz olmuştu. Deniz, milyonlarca balık ölüsü ile kaplanmış bulunuyordu. Balıkların bir sıcaklık farkı sonucu öldükleri anlaşıldı. Geminin cihazları da şaşılacak sıcaklık farkları kaydetti: Örneğin deniz yüzeyinde aralarında bir mil bulunan iki noktanın sıcaklıkları 7.2oC ve 34oC idi. Bu fark 20-30 m. derinliklere kadar mevcuttu. Gemi, balık ölüleri arasında bir saatten fazla ilerledi. Felaket, irminger sıcak su akıntısı ile Grönland'dan gelen soğuk su akıntısının sınırında meydana gelmişti."

İklimde anormallikler ortaya çıkardı; Yoğun sisler ve şiddetli yağışların getirdiği seller, ölümcül sonuçlar yaratabilirdi.

"Londra sislerinin en ölümcülü ve unutulmazı Aralık 1952'de meydana geldi. 5 Aralık'ta rüzgarların dinmesiyle sis oluşmaya başladı. Bundan sonraki 3 gün boyunca sis yoğunlaştı, belli bir zaman sonra görüş mesafesi birkaç metreye kadar indi. Trafik tamamen durdu ve birçok kaza meydana geldi. Halk, nemle mücadele etmek için gerekenden daha çok miktarda evlerini ısıttı. Bu da, daha çok kömür tozu ve sülfür dioksit üretterek havayı daha fazla zehirledi ve sisin yoğunlaşmasına sebep oldu. Bu sis ve hava kirliliği yüzünden yalnız Londra bölgesinde toplam olarak 4.000 ölüm gerçekleşti"

İklimsel engeller oluşurdu; Ilıman bölge bitkileri, soğuk alanlara veya tropikal bitkiler, ılıman alanlara bugünkü kadar sokulamaz, tür zenginliği, tarım alanlarının sınırları, dolayısıyla insanların yaşam alanı bu kadar geniş olmazdı.

Sıcak ve soğuk su akıntılarının tam olması gerektiği yerde havayı ısıtması veya serinletmesi ile insanların dünya üzerindeki yaşam alanlarını genişletmesi ve diğer canlıların tür çeşitliliğini artırması büyük bir mucizedir.